19 Haziran 2013 Çarşamba

dansçılık zor zanaat

Gönderen Bestesiyleannesi zaman: Çarşamba, Haziran 19, 2013
Yıllardır bu işin içinde olan, halk oyunlarına ömrünü vermiş, çooook görmüş geçirmiş biri olarak birazcık ahkam kesesim, dans etmek ve dansçı olmak nasıl bir şeydir az biraz anlatasım var:
- Dans etmeye küçük yaşta başlamak gerek. 30-40 yaşından sonra ancak hobi için dans edilir. İlkokul çağlarında dansa başlayan birinin vücudu dansla yoğrulur, elastikiyet kazanır. Yıllar geçtikçe daha esnek ve daha kabiliyetli hale gelir.
- "Ayağı kırık" olmak ne demektir? Dansta çok kullanılan bu terim dans ede ede kişinin dansa yatkın hale gelmesi, daha sonra farklı bir figür/yöre öğrenirken kolaylıkla bunu kapmasıdır. Mesela benim ayağım binbir yöreye kırık :)
-Dansçı olmak zordur. Çoğu insan kolay sanır, yaparım, ederim diye düşünür. Kursa gelirler, 2 ay dolmadan arkasına bile bakmadan kaçarlar. Sebatkar, sabırlı ve dayanıklı değilseniz dans için yaratılmamışsınız demektir.
-Dans etmek "sadece dans etmek" değildir. Antrenmana gittiğinizde önce ısınma hareketleri yaparsınız. Esnetme-germe hareketlerinin ardından düz koşu şarttır. Bedeninizi dansa hazır hale getirmeniz yarım saate yakın zaman alır. Sonra dansa başlarsınız. Genelde 1 saat çalışıp 10-15 dk mola verilir. 2-3 saatlik antrenman yaptığım da oldu, gösteri yaklaştıkça 5-6 saat dans ettiğim de. Gıkınızı çıkarmadan saatlerce orda bulunup sıksanız suyu çıkan kıyafetlerinizle dans edebiliyorsanız buna tutku denir.

-Genelde yöre eğitimleri 1 yıla yayılır. Eylül-ekim gibi çalışmalar başlar, nisan-mayıs-haziran gibi biter. Fazla devamsızlık yapamazsınız. Çünkü ekip danslarında siz ekibin bir parçasısınız ve siz olmazsanız ekip yarım kalır. Bu nedenle her antrenmana, her çalışmaya koşarak gidersiniz.
-İki çeşit halk oyunları ekibi olur: Gösteri ekipleri ve yarışma ekipleri. Gösteri ekipleri biraz daha "light" eğitim verir. Fazla kasmadan, zorlamadan gösteri için çalışırsınız. Yarışma ekibi askeri disiplinle eğitime tabi olduğunuz ekiptir. Yat-kalk-sürün vardır ya, onun gibi bişey :) En ufak bir hatada hocadan azar işitirsiniz. Çünkü sizin yapacağınız o ufak hata, yarışmada ekibe puan kaybettirir. İki tür ekipte de çokça bulunmuş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki yarışma ekibinin hazzı daha büyüktür.


-Nerede eğitim alıyor olursanız olun Türkiye Halk Oyunları Federasyonu çatısı altındasınızdır. Dans eğitimleri ile ilgili tüm yetkiler bu federasyondadır. Zaman zaman internet sitelerinde antrenörlük eğitimleri ile ilgili duyurular olur. Antrenör olmak isteyenler federasyonun açtığı kurslarda eğitim gördükten sonra sınava girer, kazanırlarsa yardımcı antrenör ve antrenör olabilirler.
-Yöre eğitimi alırken müzikleri, kıyafetleri, aksesuarları da öğrenirsiniz. Gösteri günü poşu nasıl bağlanır, cepken nedir, üç etek nasıl giyilir, fes-yemeni-kolon-yazma-kuşak-şal-potur nereye takılır bilmezseniz olmaz.
-Gösteriyi izlerken insanlarda "ne var canım, ben de yaparım bunu" hissiyatı uyanır çoğunlukla ama ilk denemeden sonra "ay yapamadım ben bunu" tepkisi gelir ve işte orda dansçıya saygı başlar.

-Siz salonda oturup rahat rahat gösteriyi izlerken kuliste kıyametler kopar. Pek çok dansçı gösterilerde birden fazla yörede oynar. Bu nedenle koşarak kulise çıkar, soyunur, giyinir, tekrar sahneye koşar, dans eder, bitirir, tekrar kulise koşar,.... Bu böyle uzar gider. Siz hiç 20 saniyede tamamen soyunup yepyeni bir kostüm giydiniz mi, hem de takısıyla tokasıyla, kemeriyle halhalıyla? Ben çok yaptım. Evde yap desen hayatta yapamam. Badi'ye "eşin ne kadar zamanda hazırlanır" deseniz size "en az 1 saat" der. Ama sahnede 20 saniyede baştan yaratılmış halde hazır ve nazırım :)
-Kuliste inanılmaz bir dostluk ve kardeşlik havası olur. Bir arkadaşın senin kuşağını bağlarken sen aynı anda başka birinin fesini düzeltmektesindir. Birbirinin saçını makyajını yaparsın, kıyafetini giydirirsin. Ortada tek bir amaç vardır: Gösteriyi başarı ile bitirmek. Bu ortak amaç için herkes bir kardeş gibi hareket eder. O zaman ekibin bir parçası olduğunu ve aidiyet duygusunu iliklerine kadar hissedersin.
-Ekipte "benim eşyam" kavramı yoktur. Bir eşya herkesindir. Bu bir toka, sandalye, su şişesi, çorap, çengelli iğne, ayakkabı, havlu, .... vs olabilir. Çok kişisel eşyalar dışında her şey kamuya açıktır. 
-Çoğu ekibin bütçesi "komik" denebilecek kadar düşüktür. Bu nedenle dansçıysanız kötü otellerde kalmaya, kalitesiz otobüslerde seyahat etmeye (uçağı hayal bile etmeyin), basit ekip eşofmanları giymeye, çoğu zaman antrenman yoğunluğundan tostla ayrana talim etmeye razıysanız tamamsınızdır.
-En büyük sorun kıyafetler ve ayakkabılardır. Bunca yılda kaç farklı ekipte kaç farklı yörede oynadım daha "tüm kıyafetlerim üstüme tam oturdu, ohhh ayakkabım da ne rahatmış" diyen arkadaşa rastlamadım. Kendim de dahil kimse ayağına göre ayakkabı bulamaz, kıyafetler ya büyüktür, ya küçük, buram buram naftalin kokar, kalındır, ağırdır, yazı bırak baharda bile pişirir, kafana taktığın şeylerin hiçbiri kafanda durmaz ve sabitlemek için tonlarca tel toka kullanmak zorunda kalırsın. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen sahneye gülerek çıkar, ayakkabın sıksa da canla başla oynar ve sahneden yine aynı mutlu edayla inersin. İşte buna aşk denir.

2 yorum:

dondurma delisi dedi ki...

Ne güzel bir anlatım olmuş. Ankara'da yaşıyorum bende Eylül'de Hoytur'a gitmeyi düşünüyorum, bu paylaşım çok iyi oldu gerçekten.. Kulisteki o anları gözümde canlandırdım da mutluluk işte böyle bir şey..
Sevgiler..

Bestesiyleannesi dedi ki...

Ben dansa heveslenen herkese "koşa koşa gidin" derim. Çok mutlu olacağınıza eminim.
Sevgiler.

Yorum Gönder

Bir blogun en çok ihtiyaç duyduğu şey yorumdur. İşte tam da bu sebepten, aklına geleni yaz...

 

kırmızı kiraz Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea